Hastalıklar
- Alerjik Konjonktivit
- Behçet Hastalığı
- Blefaroşalazis ve Dermatoşalazis
- Diyabetik Retinopati
- Ektropion (Göz Kapağının Dışa Dönmesi)
- Entropion (Göz Kapağının İçe Dönmesi)
- Epiretinal Membran
- Episklerit
- Glokom
- Göz Anatomisi ve Fizyolojisi
- Göz İçi Kanamalar
- Göz Kapağı İltihabı
- Göz Kapağı Kitleleri
- Göz Kuruluğu
- Göz ve Çevre Doku Yaralanmaları
- Göz Yaşı Kanal Tıkanıklığı
- Gözde Uçuşan Cisimler
- Herpetik Keratit (Göz Uçuğu)
- Katarakt
- Keratokonus
- Kırma (Refraksiyon) Kusurları
- Maküla Deliği
- Maküla Ödemi
- Mikrobiyal Keratitler
- Mikrobiyal Konjonktivit
- Optik Nörit ve Multipl Skleroz
- Prematüre Retinopatisi (ROP)
- Presbiyopi
- Pterjium
- Ptozis (Göz Kapağı Düşüklüğü)
- Renk Körlüğü
- Retina Yırtığı ve Dekolmanı
- Retinal Damar Tıkanıklıkları
- Retinitis Pigmentoza
- Retinoblastom
- Sarı Nokta Hastalığı
- Sklerit
- Şalazyon
- Şaşılık
- Tiroid Orbitopati
- Üveit
- Yüz Felcine Bağlı Keratopati
Diyabetik Retinopati
Diyabet Nedir?
Diyabet diğer adıyla şeker hastalığı, pankreas dokusundan salgılanan insülin hormonunun eksikliği veya etkisizliği sonucu kan şekerinin yükselmesine bağlı oluşan bir damar hastalığıdır. Tip 1 diyabet genelde 30 yaşından önce başlar insülin eksikliği mevcuttur. İnsülin enjeksiyonları gerekir. Tip 2 diyabet genelde 40 yaşından sonra görülür, vücutta insülin üretimi eksik veya kullanımında bozukluk vardır. Diyabet sistemik bir hastalık olduğundan tedavi edilmediğinde birçok organda sorun yaratabilmekle birlikte özellikle damardan zengin olan göz, böbrek ve sinir dokusunda ciddi problemler yaratmaktadır.
Şekil 1: Solda hastanemize proliferatif (ileri) diyabetik retinopati sebebiyle refere edilen bir olgunun arka segment görünümü izlenmekte. Sağda ise aynı hastanın argon lazer fotokoagülasyon tedavisi sonrası retina görünümü izlenmekte, yeni lazer spotları beyaz noktalar olarak seçilebilmektedir.
Diyabetik Retinopati Nedir?
Diyabetik retinopati, şeker
hastalığına bağlı olarak gözün sinir tabakası olarak bilinen ve görmenin ilk
algılandığı yer olan retina tabakasının (ağ tabakanın)
damarlarının etkilenmesi ile ortaya çıkan ve tedavi edilmediğinde körlüğe
sebebiyet veren bir hastalıktır. On beş yıllık bir diyabet hastasında diyabetik
retinopati gelişme riski % 80'nin üzerindedir.
Diyabetik Retinopati Risk Faktörleri Nelerdir?
Diyabetik retinopatide en önemli
risk faktörü hastalığın süresidir. Süre ne kadar uzunsa diyabete bağlı göz
hastalığı riski o kadar yüksektir. Ayrıca kan şekeri seviyesinin ve kan
yağlarının yüksek olması, kol tansiyonunun düzensiz seyretmesi de diyabetik retinopati gelişim riskini
arttırmaktadır.
Genelde her iki göz de etkilenir.
Hastalığın başlangıcında hastanın hiçbir şikayeti olmayabilir. Bu sebeple diyabet hastalarının hiçbir
şikayetleri olmasa bile yılda 1 kez retina muayenesi
olmaları gerekmektedir. Ergenlik , gebelik gibi hormanal dalgalanmaların olduğu
dönemlerde ve insüline yeni başlandığı dönemlde diyabetik retinopati daha hızlı
ilerleme gösterdiğinden muayene aralıkları sıklaştırılmalıdır. Diyabetin sıkı
kontrolü, gerektiğinde insüline geçiş, kan yağları (trigliserid, kolesterol) ve
diğer dahili problemlerin kontrol altına alınması, sigarayı bırakmak
hastalığın ilerlemesini yavaşlatır. Şeker hastalarında kan şekerinin hızlı
değişiklikleri ile geçici görme bulanıklıkları da gelişebilir.
Diyabetik Retinopati Belirtileri Nelerdir?
Hastalığın erken evresinde belirti yoktur. Ancak maküla tutulumu varsa (makülopati) bulanık görme başlar. Makülopati, maküla bölgesindeki damarların etkilenmesi sonucu gelişir. Bu bölgede oluşan beslenme bozukluğu (iskemi), sıvı sızması (ödem), kanama ve eksudalar görmeyi etkiler. Hasta bulanık ve az görmeden yakınmaya başlar. Tedavi edilmediği takdirde görme ilerleyen dönemlerde kalıcı olarak kaybedilebilir. Eğer makula etkilenmemişse ve sadece periferik retinada hasar varsa hastalık ileri evrelere gelene kadar hastanın hiçbir şikayeti olmayabilir. Bu hastalarda aniden göz içi kanama meydana gelebilir, bu durumda hasta görmesini bir anda kaybedebilir.
Diyabetik retinopatiyi saptamak
için oftalmoskop cihazıyla detaylı retina muayenesi yapılır (Oftalmoskopi).
Hastalığın durumunu değerlendirmek, tedavi kararını vermek ve sonraki
dönemlerinde takibini yapmak için retina damarlarının anjiyografisi çekilir. Retina anjiyografisi, fluorescein
adı verilen bir boyanın kol toplardamarlarından birine verilmesi sonucu, 8-10
saniye içinde göze ulaşan boyanın gösterdiği retina damarsal sisteminin
fotoğraflanması esasına dayanır. Retina hastalıklarının tanısı ve tedavi
edilecek bölgelerin gösterilmesinde kullanılmaktadır. Damarları açma özelliği
yoktur. Retina tomografisi (OCT) özellikle maküla bölgesindeki
patolojileri görüntülemede kullanılır. Görme kaybının en sık sebeplerinden biri
olan maküla ödeminin detaylı değerlendirilmesinde ve buna bağlı tedavinin
planlanmasında bize değerli bilgiler verir.
Diyabetik Retinopati Seyri ve Tedavisi
Diyabetik retinopatinin nonproliferatif
ve proliferatif olmak üzere iki tipi vardır. Nonproliferatif diyabetik retinopatide; retina damarlarının tıkanması ve duvarlarının
bozulması ile küçük damar genişlemeleri (mikroanevrizma), kan elemanlarının
retinaya sızması ile retina içi kanamalar, sert eksuda
adı verilen sarı birikintiler görülür. Retinanın maküla (sarı nokta) adı verilen
merkezi görmeyi sağlayan bölgesi etkilenmedikçe görme yakınması olmaz. Proliferatif diyabetik retinopatide beslenme
bozukluğuna (iskemiye) cevap olarak retina bazı sinyaller ve kimyasal maddeler
oluşturur ve retinada anormal yeni damarlar gelişir. Bu yeni damarlar göz içine yoğun kanamaya (vitreus
hemorajisi), retina yüzeyinde ve gözün içini dolduran vitreusta yoğun
örümcek ağı gibi bantların oluşmasına (proliferatif vitreoretinopati) ve bu bantların yaptığı çekinti ile retinanın
yerinden ayrılmasına (retina dekolmanı), göz tansiyonunun
yükselmesine (neovasküler glokom) sebebiyet verebilir. Bu gelişmeler tedavi edilmediğinde körlükle
sonuçlanır. Katarakt oluşumu da
normal topluma göre daha sıktır.
Diyabetin kontrol altında
tutulması diyabetik retinopatideki en değerli tedavidir. Sıkı diyabetik
kontrole rağmen görmeyi tehdit eden ve azaltan diyabetik retinopati tablosu
oluşmuşsa tedavisi yapılmalıdır. Hastalığın durumuna göre farklı tedavi
seçenekleri mevcuttur.
1) Lazer Fotokoagülasyon
Tedavisi: Lazer tedavisinin etkinliği, yaklaşık 40 yıllık çalışmalarla
ortaya konulmuştur. Erken evrede lazer ile tedavi edilen hastaların %85–90
civarındaki bir gurubunda körlüğü engellemek mümkündür. Tedavi için gözün üzerine bir kontakt lens
yerleştirilir. Lazer ışığı bu lens vasıtası ile tedavi edilecek bölgelere
ulaştırılarak yanıklar oluşturur. İşlem genelde rahatsızlık vermez ancak bazı
durumlarda hafif ağrı duyulabilir. Lazer tedavisinin amacı, görmeyi
hastanın başvurduğu düzeyde tutmaya çalışmaktır. İşlemden hemen sonra merkezi
görmede azalmalar olabilir. Ancak bu geçicidir, bir süre sonra eski düzeyine
döner. Lazerin uygulanmasından sonra hastayı çok rahatsız etmeyen
karanlık-aydınlık uyumunda, renk görmede de etkilenmeler gelişebilir. Lazer
tedavisi tıkanmış olan küçük damarları açamaz, sadece sızıntı (ödem)
bölgelerine ve yeni gelişen damarlara etki edebilir. Lazerin başarısı, hastanın
erken başvurusu ile doğru orantılıdır. Sadece lokal bir hasar veya ödem varsa yalnız
o bölgeye lazer uygulaması yapılabildiği gibi eğer hasar geniş bir
alandaysa maküla bölgesi hariç tüm retinaya da uygulanabilir. Lazer
yapılırken hasta ışık parlamaları hissedebilir. Gerektiğinde farklı zamanlarda birkaç
seans uygulanır.
2) Vitrektomi: Tedavi
için geç kalmış ve bazen lazer tedavisine rağmen ilerleme gösteren hastalarda,
gözün içine 1 mm’den ince özel aletlerle girilerek uygulanan bir
cerrahidir. Göz sıvısı (vitreus)
içindeki kanamaların ve çekinti yapan bantların temizlenmesi ve retinanın
tekrar eski anatomik yapısına kavuşması hedeflenir. Bu tedavinin de başarısı iyi bir zamanlamaya
bağlıdır. Ameliyatın anatomik başarısı, gözün tekrar normal bir anatomik yapıya
ulaştırılmasıdır. Fonksiyonel başarı ise hastanın eskisinden daha net görür
vaziyete gelmesidir. Zamanında ve uygun teknikle gerçekleştirilen vitrektomi
ameliyatı ile hastaların büyük çoğunluğunda anlamlı görme artışı elde
edilebilmektedir. Ameliyat sırasında gözün içine hava, gaz, silikon gibi tampon
maddeler verilmesi gerekebilir. Bu maddeler içinde silikonun bir süre
sonra ikinci bir ameliaytla geri alınması gerekirken gaz ve hava kendiliğinden
emilerek kaybolmaktadır. Ameliyatın en sık görülen yan etkisi katarakt
gelişimini hızlandırmasıdır. Nadiren yeniden kanama da gelişebilir. Bu
gibi durumlarda yeniden cerrahi gerekebilir.
3) İntravitreal Enjeksiyonlar: Son yıllarda görmeyi en sık etkileyen maküla ödeminde göz içine (vitreus boşluğuna) steroidler ve anti-VEGF ilaçların enjeksiyonu ile başarılı sonuçlar alınmaktadır. Uygulama dokularda uyuşma sağlanması için lokal anestezik damla uygulamasıyla başlar. Enjeksiyon yerine ince bir iğneyle az miktarda anestezik ilaç uygulanır. Daha sonra da ilaç enjeksiyonu yapılır. Bu işlemin en önemli riski çok nadir olarak gelişen göz içi enfeksiyonudur (endoftalmi). Enfeksiyon riskini azaltmak için enjeksiyonun steril şartlarda yapılması çok önemlidir bu nedenle göz ve çevresi antiseptik bir solüsyonla temizlenir ve gerekli hazırlıklar tamamlanır. Daha sonra ilaç uygun şekilde gözün beyaz kısmından (sklera) göz içine enjekte edilir. Nadiren geçici göz içi basıncı yükselmesi gelişebilir ve bu nedenle tedavi vermek gerekebilir.
Şekil 2: Hastanemizde diyabetik retinopatiye bağlı göz içi kanama sebebiyle vitrektomi cerrahisi uygulanan bir olan bir olgunun ameliyat sırasında (solda) ve bitiminde (sağda) lazer spotları beyaz noktalar şeklinde seçilmekte.